|
|
|
|
AnNe HiKaYeLeRi |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİZİ 9 AY KARNINDA TAŞIYAN ANNELERİMİZ
BİZİM CANLARIMIZ, CİĞERLERİMİZDİR.EN
GÜZEL HİKAYELER ANNE HİKAYELERİDİR...
*****************************************
ANNE HİKAYELERİ
1-ÜCRET
Çocuk, babasından aldığı harçlığı vaktinden önce
bitirmiş ve günlerdir istediği top için yeterli parayı
biriktirememişti. Birkaç hafta sonra yaz tatiline girecek
olması, onu bu konuda endişelendirip yeni kaynaklar
aramaya sevk ediyordu. Evlerine gelen son aylık dergide
"Her hizmetin bir ücret karşılığında olduğu nu okuyunca,
sevinçle havaya sıçradı. Buna göre; ailesine yaptığı
yardımların da elbette bir karşılığı olmalıydı.
Çocuk bu fikirle harekete geçip gördüğü islerin
listesini çıkardı ve bunların yanınada ücretini yazdı.
Fırından ekmek almak için 2 çöp dökmek için 1,
annesiyle pazara gitmek için 5 lira hiç de fazla
sayılmazdı.
Aylık toplam 25 lira tutan listeyi imzalayıp annesinin
çantasına koyduğunda, bu akıllıca keşfinden dolayı
gözleri parlıyordu.
Çocuk, ertesi gün yatağının başucunda 25 lira ile birlikte
küçük bir kağıt parçası buldu. Kendi hazırladığı listeye
benzeyen ve annesinin imzasını taşıyan kağıtta:
"Seni hayatim pahasına dünyaya getirmenin, yıllarca
bezlerini yıkamamın; bindir güçlükle besleyip büyütmenin
karşılığı, sadece sevgindir ve yanağından alacağım bir
öpücüktür" yazıyordu. "Kazandığın parayı, güle harca yavrum."
2-MELEK
Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir bebek varmış.
Bir gün Tanrı'ya sormuş:
-Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat
ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?
-Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim.
O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana her
gün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun
sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.
-Pekiiiii... İnsanlar bana birşeyler söylediklerinde, dillerini
bilmeden
söylenenleri nasıl anlayacağım?
-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel ve tatlı
sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle
öğretecek.
-Peki Tanrım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?
-Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.
-Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum,beni kim koruyacak?
-Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.
-Fakat ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.
-Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin
yollarını sana öğretecek. O sırada Cennette bir sessizlik olur
ve düyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Bebek gitmek üzere
olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
-Tanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen çabuk söyle,
benim meleğimin adı ne?
-Meleğinin adının önemi yok yavrum, sen onu ANNE diye
çağıracaksın...
3-GERÇEK SEVGİ
"Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak
bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek
için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne
ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan
bakmaya başladı.Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde,
bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü
bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.Aradan yıllar
geçti, çocuk büyüdü ve okulda anlaşıldı. Bir gün okul dönüşü
eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.
Hıçkırıyordu.. Bu onun yaşadığı ilk büyük hayalkırıklığıydı;
ağlayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi.."Küçük çocuk
bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu
ve oldukça başarılı bir öğrenciydi.Sınıf başkanı bile olabilirdi,
eğer insanların arasına karışmış olsaydı.Annesi, her zaman
ona "Genç insanların arasına karışmalısın" diyordu, ancak
aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili
görüştü;
"Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.
Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli
yapılabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi
aranmaya başlandı.İki yıl geçti bir gün babası "Hastaneye
gidiyorsun oğlum, annem ve ben, sana kulaklarını verecek
birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı.
Yeni görünümüyle psikoljisi de düzelen genç, okulda ve sosyal
hayatında büyük başarılar elde etti.
Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.
Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu: "bilmek zorundayım,
bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir
şey yapamadım..."
Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi babası, "fakat anlaşma
kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."Bu derin sır
yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi..
Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi
başında babasıyla birlikte bekliyordu.Babası yavaşça annesinin
başına eline uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru
itti; annesinin kulakları yoktu.
"Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok
mutlu oldu" diye fısıldadı babası".. ve hiç kimse, annenin daha
az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!
Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...
Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde
bilinmeyen şeydedir!"
4-ANNE KALBİ
Delikanlı,katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti.
Ancak kız,korkunç bir şart ileri sürerek:
-Senin sevgini ölçmek istiyorum,dedi.Bunun için de köpeğime
yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin.
Delikanlı,tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını
şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup
annesini öldürmeye karar vermişti.Annesi,belki de durumu
farkettiği için oğluna fazla direnmedi.Ve çocuk,annesini
öldürerek kalbini bir mendile koydu.Delikanlı,kızın isteğini
yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken,ayağı
bir taşa takıldı.Kendisi bir tarafa,mendil içindeki kalp bir
tarafa fırladı.Canının acısından,ağzından ister istemez
"Ah anacığım!"sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan
ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:
-Canım yavrum,bir yerin acıdı mı?
5-FEDAKAR ANNE
Bebegimi görebilir miyim?" dedi yeni anne.
Kucagina yumusak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeginin
minik yüzünü görmek için kundagini açti ve saskinliktan adeta
nutku tutuldu!Anne ve bebegini seyreden doktor hizla arkasini
döndü ve camdan bakmaya basladi. Bebegin kulaklari yoktu...
Muayenelerde, bebegin duyma yetisinin etkilenmedigi,
sadece görünüsü bozan bir kulak yoksunlugu oldugu anlasildi.
Aradan yillar geçti, çocuk büyüdü ve okula basladi.Bir gün
okul dönüsü eve ko sarak geldi ve kendisini annesinin kollarina atti.
Hiçkiriyordu... Bu onun yasadigi ilk büyük hayal
kirikligiydi; Aglayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi...
"Küçük çocuk bu kadersizligiyle büyüdü. Arkadaslari
tarafindan seviliyordu ve oldukça da basarili bir
ögrenciydi.Sinif baskani bile olabilirdi; eger insanlarin
arasina karismis olsaydi.
Annesi, her zaman ona "Genç insanlarin arasina karismalisin"
diyordu, ancak ayni zamanda yüreginde derin bir acima ve
sefkat hissediyordu.Delikanlinin babasi, aile doktoru ile
oglunun sorunu ile ilgili görüstü; "Hiçbir sey yapilamaz mi?"
diye sordu.Doktor "Eger bir çift kulak bulunabilirse, organ
nakli yapilabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarini feda edecek birisi
aranmaya baslandi.Iki yil geçti bir gün babasi "Hastaneye
gidiyorsun oglum, annen ve ben, sana kulaklarini verecek birini
bulduk ancak unutma bu bir sir" dedi.
Operasyon çok basarili geçti. Yeni görünümüyle psikolojisi
de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatinda büyük basarilar
elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.Yillar geçmisti,
bir gün babasina gidip sordu:
"Bilmek zorundayim, bana bu kadar iyilik yapan kisi kim? Ben
o insan için hiçbir sey yapamadim... Bir sey yapabilecegimi de
sanmiyorum" dedi
Babasi, "fakat anlasma kesin, su anda ögrenemezsin,
henüz degil..."
Bu derin sir yillar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açiga
cikma zamani geldi... Hayatinin en karanlik günlerinden
birinde, annesinin cenazesi basinda babasiyla birlikte
bekliyordu.Babasi yavasça annesinin basina elini uzatti;
Kizil kahverengi saçlarini eliyle geriye dogru itti; annesinin
kulaklari yoktu.
"Annen hiçbir zaman saçini kestirmek zorunda kalmadigi
için çok mutlu oldu" diye fisildadi babasi "..ve hiç kimse,
annenin daha az güzel oldugunu düsünmedi degil mi?"
Gerçek güzellik fiziksel görünüse bagli degildir,ancak kalptedir!
Gerçek mutluluk, gördügün seyde degil, asil görünmeyen
yerdedir...
Gerçek sevgi, yapildigi bilinen seyde degil, yapildigi halde
bilinmeyen seydedir
6-SENSİZLİĞE DAYANAMAM ANNE
Daha önce hiç yazmadım bu konuyu, hiç konuşmadım…
Korkuyordum birisi duyacak da beni ayıplayacak diye…
Küçüktüm, daha çocuktum ve anlayamayacak kadar saftım
ayıplanacak kişinin ben değil “babam” olduğunu…
Çocuktum dedim ama çocukluğumdan hatırladığım çocuksu
şeyler yok… En eskiye uzandığımda bile hatırım, hep kavgası
çıkıyor karşıma . annemle babamın… Hep annemi savunan ben
çıkıyor karşıma… Babamın boynuna atlayıp geriye çekmeye çalışan
çocuk ellerim çıkıyor, kavgalar esnasında ba bama yumruklar
atan çocuk ellerim…
Hiçbir zaman kötü baba olmadığı için baba demeye devam
ettiğim adam, hiçbir zaman kötü anne, kötü eş… olmadığı ve
olamayacağı dahası beni tek başına dokuz ay içinde, on sekiz
sene ellerinde büyüttüğü için sonsuza kadar anne diyeceğim
kadına her kaldırışında elini, yüreğimdeki nefret ateşine alev
ekleniyordu…
Yeni yeni öğrenmeye başladığımda hayata dair öğrenilmesi
gerekenleri karşımda sürekli görebileceğim kötü bir örnek
oluşuyordu… Ya da kimbilir belki çoktan oluşmuştu; dedim
ya çocuktum… Ama hiç örnek almak istemedim ve hiç örnek
almadım “baba”mı…
Çocuktum; diğer çocuklar babalarını çok seviyordu… Ben de
gezmeye götürdüğü zaman çok sevdiğimi sanıp diğer çocukların
yanında öyle davranıyordum… Halbuki babam beni gezmeye
götürdüğünde de babamı sevmiyordum... Gezdiğim yerler için
kendi kendime bir sevinç yaşıyordum… Atatürk heykelinin
altında fotoğraf çekmeye gittiğimizde fotoğraf çekmeyi s
eviyordum ve fotoğraf çektirmeyi seviyordum çok sevdiğim
adam Atatürk’ün yanında… Lunaparka gittiğimizde çarpışan
otoları seviyordum; babamı sevmiyordum… Kardeşimin doğumunda
bana kardeşin getirdi diye aldığı curayı çok seviyordum ve
bunun için kabul ediyordum kardeşimi ve annemi almaya
giderken babamın elindeki gazeteye sarılmış o garip şeyin
cura olmadığını…
Çocuktum… Bir çocuk her şeyi sever diye biliyordum…
Ben babamı sevmiyordum… Korkmuş gözyaşlarımla
ağlarken, çalan telefonu kaldırıp, gizli gizli “annemle
babam kavga ediyorlar dayı” deyip suratına kapatırken
telefonu, ağlamam kesiliyordu…. Kurtarıcı geliyordu;
dayım geliyordu… Çocuktum, beni anlamaz sanıyorlardı…
Bir şey olmaz sanıyorlardı… Yüreğimde nefret diye bir
ateş yanıyordu, bilmiyorlardı… Ben de söylemedim…
Arkadaşlarla sokakta oynuyorduk… Ne oynuyorduk
hatırlamıyorum… Babam eve taksiyle geliyordu..
Daha babamın gelme saati gelmemişti.. Zaten eve
de giremiyordu. Ama annem evdeydi. Bir yere gitseydi,
beni “nasıl olsa bulur” sanmazdı. Mutlaka çağırırdı
gitmeden önce… Babam kapıyı kırmaya çalışıyordu.
Annem yoktu. Ama babamın anahtarı olmalıydı.
Eğer evde unutmuşsa annemi sorardık komşulara…
Kapıyı niye kırıyordu!!! İçeri girdik önden babam sonra ben.
Babama soruyordum “kapıyı niye kırdın?”; cevap
vermiyordu… Evde annemi arıyordu. Mutfağın
kapısını açtı. Ocağın düğmeleri açılmış, annem y
ere uzanmıştı. Annemin yüzüne bakıyordum. Hareket
etmeye halim kalmamıştı… “kapıyı aç” diyordu babam;
balkon kapısını aç, hadi” diyordu… Duyuyordum
ama hareket edemiyordum… Kendi açtı sonunda.
Annemi salona götürdü kucağında. Ocağı kapattı.
Annemin yanına gittim. Annem ölmek istemişti.
Beni babamla, beni çok seven ama benim hiç sevmediğim
“babam”la, bırakmak istemişti…
Ellerini tuttum. . “Anne uyan” dedim. “Anne gözlerini
aç” dedim. Annem ölüyordu… Artık o olmayacak mıydı?
Bu korkunç bir şey olurdu… Ben sen olmadan yaşayamazdım ki…
“Anne ölme”…
Babam geldi. Ayran yapmıştı. Anneme içiriyordu. Annem
gözlerini açıyordu. Annem ölmüyordu… Çocuktum, anlamayacak
kadar saftım ayıplanacak kişinin babam olduğunu… Büyüdüm.
On sekiz yaşımdayım.. Hala babamı sevmiyorum. Ve
galiba yüreğimdeki bu nefret ateşi sönmeyecek… Büyüdüm…
Hala aynı evde yaşamak zorunda olduğum babam ve annem
hala kavga ederler sudan sebeplerle…
Beni bu hayatın içine hiç sokmak istemeyen, beni kendinden
daha çok seven, kendinden daha çok düşünen, dokuz ay
içinde, on sekiz sene ellerinde büyüten anne SENİ
SEVİYORUM… Korkuyorum gün gelecek ve sen gideceksin diye…
“Anne” “N’olur benden önce ölme”
7-ANNE
Küçüklüğümden kalan daha “yedi yaşındayken”
unutamadığım bir anım vardı seninle Anne.
Haıtrlar mısın,hani ben,abim ve babam tarlaya
gidecektik.Abim kalkmıştı,sabahın erken saati
olmasına ramen.Ben kalkmamıştım o gün.
Aslında birilerinin beni şımartmasını istemiştim,
üzerime birileri eğilecekti ve benim gözlerim kapalı
olacaktı, o esnada. Kafamın üzerine yorganı çekmiş.
Senin seslenmeni bekliyordum. Daha sen seslenmeden,
yani sesini duymadan(beni kaldırmaya geldiğini,
kokundan anlayacak)mızmızlanacaktım.
O ne huzur verici koku, ne güzel,şefkatli elerdi
kalkmam için bana dokunan.Sen yanımda değilsin
şimdi anne, ama ellerin hala saçlarımda, bitlenmişmiyim
diye bakıp; kızdırıyorsun.
Biliyor musun anne? (bildiğini biliyorum) sen gelmeden
babam gelmişti. Beni kaldırmaya,bende babamın
sesini duymamazlıktan gelmiştim;sadece senin beni
uyandırmanı istemiştim(babam sen kokmuyordu
annne).Ve sen anne tüm şefkatinle beni uyandırmak
için geldiğinde, babam öfke dolu cümleler kurarak,
sana bağırmıştı “hep sen şımartıyorsun bu şerfsizleri,
çabuk kaldır o veledi; gelip almayayım seni,
ayaklarımın altına” .
Sen aldırmamıştım o sözcüklere, yine aynı şefkatle
beni uyandırmaya çalışmıştın.(şimdi bir kızım var
anne, senin beni uyandırdığın gibi,onu uyandırıyorum)
“Ve babam senin gösterdiğin şefkati üzerinde
barındırmayan babam”, öfkelenmişti, söylediği
büyük sözü yerine hemen gelmediğinden.
“o söylenildiğinde, yapılmamasının insanın hayatına
mal olacak söz(!) ve almıştı seni ayaklarının altına
anne,mani olamamıştım buna,çok ağladım
anne;babam sana vurmasın diye,ama güç
yetiremedim “ne babama, ne de kendime”
sonra sen kanlar içerisinde kalmıştın ve biz
seni öğlece bırakıp tarlaya gitmiştik.
Akşam eve döndüğümüzde, senin olmadığını
görmüş yine ağlamıştım “senin erkekler
ağlamaz dediğini hatırlayıp, ruhsuz olmaya
karar vermiştim.” Artık hiç bir babayı
sevmeyecektim,kendimde bir babayken.
Yani anne ben daha şeref kelimesinin, ne anlama
geldiğini bilmeden,senin dayak yemene vesile
olduğum için, hayatımın en büyük şerfsizliğini
yapmıştım.Şuan anladığım, sen o gün bir bebeğini
kaybetmiştin. Bana çok kızdın mı anne?
Ben bu kadar vefasızken sen neden o kadar
vafalıydın?Hatırlar mısın yine o kış ayağımı
kırmıştım ve sen ,babamla yine benim için
kavaga etmiş, beni sırtına almış, SINIKÇIYA
götürmüştün. Babam neden gelmemişti o zaman
anne?sen neden herşeye koşturuyordun?
Ayağım iyleşene kadar beni okula götürüp getirmiştin.
Sen ne büyük anneydin öyle.Hatırlar mısın
anne? sana karşı vefa borcumu ödemek
istediğimden mi? yoksa sevgimi gösterebilmek için mi
bilemiyorum.Sana anne sen,düyaların en güzel,en iyi
veya bilemediğim ne kadar güzel hitaplar varsa
sen onlar kadar,yüce ve sevgi dolusun derdim.
Sen de bütün anneler böyledir derdin.Şimdi
anneler öyle değil anne,çocuklarını sevmiyorlar,
daha dün çöp kutusunda, cami avlusunda,
kaldırımlarda çocuklar vardı.(Zehra bebek parkta,
Ahmet bebek kaldırımda,Umut bebek cami
avlusundaydı) Onlarıda sana getirsem, onlarada
anne olur musun anne?
Artık anneler çocuklarını sevmiyor anne.Ben seni,
senin beni sevdiğin kadar sevemesemde, seni,senin
annenin, seni sevdiği kadar “seni seviyorum”. “ANNE”
8-SEN MİYDİN ANNE?
Dün gece bir el okşadı yanağımı. Tenimi ılık ılık yaladı
o elin sıcaklığı. Sevgi damlattı sanki yüreğime o dokunuş,
yoksa o sen miydin anne?
Ben tanımıyorum dokunuşunu, nasıldı bilmiyorum. Tıpkı
seni hiç tanımadığım gibi. Sesini bile hiç duymadım anne.
Ama biliyorum böyle sevgiyle ancak bir anne dokunabilir.
Çünkü ben de artık anneyim.
Seni erken kaybettiğimi anlattılar bana çok küçükmüşüm
ama ben seni hiç kaybetmedim anne çünkü ancak sahip
olduğumuz şeyleri kaybedebiliriz ben sana hiç sahip
olmadım ki… Gözlerin ne renkti, saçların dalgalı mıydı
düz mü güldüğünde senin de diğer anneler gibi güller
açıyor muydu yüzünde..Sevgiyle bakarken gözlerin bana,
yüreğin de sızlıyor muydu anne? Biliyor musun benim
çocuklarıma her baktığımda yüreğim de ince ince sızlıyor.
Çünkü senin yavruna doyamadığın geliyor aklıma.
Söylesene anne erken ayrılacağımızı hiç hissetmiş
miydin? Beni öperken saçlarımı okşarken nefesimi
dinlerken hiçbir gün beni kaybetmekten korktun mu?
Nasıl bir bebektim ben anne. Bilmiyorum hangi
özelliklerim sana benziyordu. Aynı senin gibi mi
gülüyorum, aynı senin gibi mi konuşuyorum yoksa
aynı senin gibi mi yürüyorum?
Daha gençliğini bile yaşayamadan, daha yavrunla
gönlünce oynayamadan ve daha helaline doymadan
ayrılmışsın bu yalan dünyadan. Mutlu musun orada
anne? Sana mı yanayım sana hasret çeken yüreğime
mi yanayım bilmiyorum.
Bazen düşünüyorum. Ben bebekken seninle neler
yapardık, nasıl uyuturdun beni, çok sever miydin
diye. Ben çocuklarımı senin yerine de sevdim anne.
Saçlarını senin ellerinle okşadım. Senin sesinle n
inniler söyledim onlara. Masallar uydurdum kimi zaman.
İkimizi anlatıyordum bu masallarda çoğu kez.
Hep kavuşuyorduk anne kız o masallarda. Böyle
teselli buluyorum belki de… Çünkü inanıyorum ki
biz de kavuşacağız anne. Doya doya sarılacağız.
Hiç ayrılmamacasına hem de.. Kanatlarının arasına
alacaksın beni. Birlikte yaşayamadığımız çocukluğumu
gençliğimi paylaşacağız senle. İkimiz de yarım kalan
parçalarımızı tamamlayacağız. Elini tutacağım sımsıkı,
bırakmayacağım hiç..
Biliyor musun seni tanımayı ne kadar çok isterdim.
Hayalimde ara sıra canlandırabilirdim seni o zaman.
Anılarımız olsaydı hatırladım çoğu zaman indirip
aklımın tozlu raflarından. Tozlarını silkeleleyip
öperdim o anıları hayallerimle… Yad ederdim o eski
güzel günleri.. Ne yazık ki tek bir tane anımız bile
yok anne.. Sana doyamadım diyemiyorum, seni hiç
tatmadım anne. Ama biliyor musun seni çok seviyorum
çünkü ben senin bir parçanım. Tanımasam da…
Çocuklarımı çok sevdiğim gibi çok seviyorum. Eminim
sen de beni çok seviyorsun anne çok özlüyorsun.
Ara sıra gelip yanağımı okşuyorsun. Sonra bir
rüzgar gibi esip gidiyorsun. Biliyorum sen benimle
hep berabersin. Dün akşam yanağımı okşayan sen miydin anne?
9-ANNE HİKAYESİ
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
"anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"görmüyor musun? Telefon la konuşuyorum."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu.
Annesi telefonu, babası Arabayı seviyordu.
Her şey erteleniyordu telefon veAraba söz konusu
olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer
kalmıyordu.
Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan Tencere kaşık
sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti.
"sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini
takınarak. Annesi manalı manalı baktı.
"hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle
uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla
uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça
elinden alır "nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun
gül kokulu kolları sarsın seni"
Diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer,
ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara
dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."
"uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın.
Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum.
Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
"anneciğim sen yorulma diye..."
"yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi.
Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi
sen oyna biraz."
"hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"eeee...."
"ben de oynamaktan yoruluyorum."
"ne yapayım?"
"bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler,
yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar
söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı."mum da yok"
diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü.
Gaz lambasının ışığında deli tavsan masalını anlatışını.
Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.
Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını
yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. "bak deli tavsan"
diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan gecen Arabaların farları duvardaki tavsana yol açtı.
Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.
Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü.
Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. kadın çocuğun hiç
konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek
uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek.
Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan
korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu
10-
Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin
yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri
radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu. Birden arkasında
bir ses duydu: ’Vurma kuşları.’ Döndü, baktı. Seslenen
yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di:
“ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki?
Ne zararı var onların sana? Bırak ötsünler, uçsunlar,
kanat çırpsınlar. “ Batur: “ Sarper yine mi sen?
Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana?
Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler. Kuş vurmak
yasak mı yani? “ Sarper: “ Yasak tabii. Şu
sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı. Batur:
“ Amma yaptın ha.. Yasakmış.. Yasaksa yasak.
Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir
yığın kuş var. Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran
girmez ya, kuş nesli tükenmez ya. Bana bak Sarper,
sen iyi bir arkadaşsın, fakat şu kuş işine karışma “
dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek usul usul
ilerlemeye başladı. Yirmi metre kadar gittikten sonra
bir ağacın altında durdu. Sapanını yukarıya doğru
kaldırdı. İyice nişan aldıktan sonra sapanındaki taşı
fırlattı. Taş hedefini bulmuştu. Kuş yere düşerken
aynı anda havalanan bir başka kuşun kanat sesleri
duyuldu. Batur az ötesinde yere düşen kuşu aldı.
Kuş can çekişmekteydi. Hemen kuşun kafasını
kopardı. Kendisine doğru yürümekte olan Sarper’e
dönerek: “ Nasıldım ama? Tek atışta hedef on ikiden.
Tık kafa gitti. Tüylerini yoldum mu, küçük bir
ateş yakarım. Cız bız. Sonra deyme keyfime “ dedi.
Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen
Sarper: “ Ne desem, ne söylesem boşuna.
Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini
hiçbir zaman kabul etmezsin zaten. Vurduğun
bir yabani güvercin yavrusu. Yirmi gram et ya
çıkar, ya çıkmaz. Hem düşünmediğin bir şey var.
Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk. Herhalde
anne güvercindi uçan. Yabani güvercinler bildiğim
kadarıyla kin tutarlar. Yavrusunu vurmakla hiç iyi
yapmadın “ dedikten sonra geriye dönerek hızlı
adımlarla oradan uzaklaştı. Batur daha sonra
ağaçlığın kenarında küçük bir ateş yaktı. Buraya
gelirken yavru güvercinin tüylerini yolmuş ve iç
organlarını temizlemişti. Kuşu pişirmeye başladı.
Fakat arka tarafındaki ağaçlardan birinde
üzgün ve yaşlı bir çift gözün
kendisini izlediğinin farkında bile değildi.
Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran çocuğu
seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu:
“ Aslında elinde bir çocuğun bize doğru yaklaştığını
görmesek, duymasak bile hissederiz. Fakat biz kuşlar,
ağaç dalları üzerinde otururken dalar gideriz.
Geçmişi düşünürüz. Hatıralar gözlerimiz önünde
canlanır. Doğrularımız, yanlışlarımız aklımıza gelir.
Çoğu zaman da hayaller kurarız. Bunlar genellikle
tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir.
Yani gerçek olmasını istediğimiz. İşte bu gibi
durumlarda bir sapanın veya bir tüfeğin bize doğru
nişanlandığını görmemiz yahut yaklaşan birinin
hışırtısını, ayak seslerini duymamız mümkün değildir.
Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum.
Yavrum çok yorulmuştu. Bir ağacın dalına konduk,
dinleniyorduk. Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve
sanırım çoğu da benim gibi hayallere dalmıştı.
Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile
kendime geldim. Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu
Kanatlarımı çırptım ve uçtum. Havada geniş bir
daire çizdikten sonra olayın olduğu yere döndüm.
Çevrede kuş yoktu, hepsi kaçıp gitmişlerdi. Olayın
nasıl olduğunu kuşlardan sorar, öğrenirim. Neyse
bırakayım şimdi bunları düşünmeyi. Yavrumu vuran
çocuk kalktı, gidiyor. Gözden kaybetmeden takip
edeyim şunu. Evinin nerede olduğunu öğrenirim hiç olmazsa. “
Batur yolda gördüğü bir arkadaşıyla konuştuktan
sonra oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi.
Oturdukları daire 4. kattaydı. Anne güvercin karşı
sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi.
Akşam olunca odaların, salonların ışıkları yanmaya
başladı. Yavrusunu vuran çocuğun girdiği binanın
oda ve salonlarını kontrol etmeye başladı. Örtülmeyen
veya aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu.
4. kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üzerine kondu.
Şöyle bir etrafına bakındı, bir tehlike var mı diye.
Sonra ağır ağır başını pencere tarafına doğru çevirdi.
Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatlıkla
görünüyordu. Ve onu gördü…tam karşıda oturmuş,
yanındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu.
El-kol hareketleri yapıyor, kahkahalarla gülüyor,
etrafındakileri güldürüyordu. Onun son derece neşeli
hali içini sızlattı. Bu sahneyi daha fazla görmeye
dayanamadı, kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne
doğru uçup gitti. Daha sonraki günlerde Batur evlerinin
yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı. Fakat
hayret!..Her zaman pek çok kuşun bulunduğu bu ağaçlıkta
bir tek kuşa rastlayamıyordu.
Batur, yine bir gün elinde sapanıyla buraya geldi.
Çevreden çıt çıkmıyordu, etrafta hiç kuş yoktu.
Tam yavru güvercini vurduğu ağacın altına gelmişti ki,
aniden kanat sesleri duydu. Şaşırmıştı. Üzerine doğru
dalışa geçen kuşu son anda fark etti. Elleriyle yüzünü
kapatması onu yaralanmaktan kurtardı. Kuş çığlıklar
atarak hemen ikinci defa saldırıya geçti. Bu saldırı
birincisinden çok daha şiddetli oldu. Kuşun kanat
vuruşları birer tokat gibi yüzüne gelen Batur, sırtüstü
yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi.
Kuşun ilerdeki çalılıkların arasına düştüğünü gören
Batur, arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. Batur
o gece hiç uyuyamadı. Yatağında devamlı olarak bir
o yana, bir bu yana döndü, durdu. Sabaha karşı
şafak sökerken o kuşun kim olduğunu ve kendisine
neden saldırdığını anlamıştı. O kuş, birkaç gün önce
vurduğu yavru güvercini annesiydi. Demek ki anne
güvercin yavrusunu vuranı unutmamış, devamlı olarak
takip etmişti. Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada
bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı. Bu birkaç
gündür ağaçlıkta hiç kuş görememesinin nedenini
ortaya çıkarıyordu. Korkunç bir takip altındaydı. Eğer
kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine
neden olacağını anladı. Zararın neresinden dönülürse kardı.
Bir daha kuş avına çıkmazsam anne güvercin belki
peşimi bırakır diye düşündü. Zaten sapanını anne
güvercin ile boğuşurken düşürmüştü. Bundan sonra
kuş vurmayacağına söz verdi.
Anne güvercin ise, Batur ile yaptığı mücadeleden sonra
yerde bulduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş,
uzaklara, çok uzaklara, kimsenin onu bulup bir daha kuş
vurmasına imkan bulamayacağı kadar uzaklara giderek
oralarda bulduğu bir çukura sapanı atmış ve üzerine
toprak, yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü.
Anne güvercin daha sonraki günlerde ağaçlığın kenarında
nöbet tutmaya devam etti. Birisi buraya gelmeye kalksa
hemen ağaçlar üzerinde dinlenen, uyuklayan veya
hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta
kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti. Böylece
aradan haftalar geçti. Sonbaharın gelmesiyle havalar
soğumaya başladı. Bütün göçmen kuşlar gibi anne güvercin
de grubuyla birlikte kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti.
Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla
birlikte tekrar bu ağaçlığa geldi. Günler çok sakin ve
olaysız geçiyordu. Anne güvercin fırsattan istifade
ederek üç tane yumurta yumurtladı. Bu yumurtaların
üzerinde günlerce kuluçkaya yattı. Sonunda yumurtalar
çatladı ve üç tane minimini yavru sahibi oldu. Yaz
mevsimi boyunca yavrularını büyüttü, onlara uçmayı öğretti.
Hayatta kendilerine yönelebilecek tehlikelere karşı daima
uyanık durumda bulunmayı öğütledi. Batur verdiği sözü
tuttu. Bir daha onu kuş vururken gören olmadı.
11-ANNEM!
Annecigim..,
3 yil kadar önceydi, 16 yasindaydim, hatirliyor musun? Dogus’ta
yayimlanan
“Bir Annenin Feryadi” baslikli bir yaziyi kaç kere okutturmus ve
gözyaslari
arasinda o acili anneye dualar etmis, onun için üzülmüs ve kimsenin
böyle
bir duruma düsmemesi için dilekler dilemistik...
Özellikle bizim aile ve kendimiz için dualar etmistik...
Dizinin dibine oturur, basimi gül kokulu gögsüne yaslar; bal akitan
dilinden
nasihatler dinlerdim. Yüreginin atisinda ve her anlatisinda bizler
vardik.
Verdigin o ögütler, yolumu aydinlatir, ufkumu açar, kendime olan
güvenimi
artirir, hayata bakisimi sekillendirirdi.
Beynim dinç, ruhum diri, yüregim huzura kavusmus olarak ayrilirdim
yanindan... Ve “biz aile olarak asla parçalanmayacagiz” derdim kendi
kendime...
“Arkadas seçimine dikkat et; Sibel’le iliskilerini sinirli ve mesafeli
tut”
derdin... Dinlerdim ve tutardim da nasihatlerini...
Ama ne oldu da bu hale geldik, hala anlayabilmis ve sirrini çözebilmis
degilim... Gelsem, kapini çalsam; hem evinden hem de yüreginden içeri
alacaksin, biliyorum; ama, yüzüm yok.... Utanç yiginiyim anne... Hep 16
yasindaki bebegin olarak kalsaydim da, sana bu aci ve utanci
tattirmasaydim...
Iki yil Atheneum’da okudum; benimle gurur duyuyordunuz. “Yüzümüzü
güldürecek, topluma hizmet eden bir insan olacaksin yavrum” diye,
benden
herkese övgüyle bahsediyordunuz... Ikinci yil sinifta kaldim, üzerinde
durup, nedenlerini arastirmadiniz; sorup/sorusturmadiniz...
O yil ben, Sibel’in internet aliskanliginin kurbani oldum. Sanal
ortamda
yazismalar hosuma gitmisti ve uzun zaman biriyle haberlesmistim.
Dersleri
askiya almis, gece-gündüz bilgisayarin basinda arkadasimla
yazisiyorduk...
Benim bu halimden bile övgüyle bahsediyor, “Aferin benim yavruma!
Gece-gündüz ders çalisiyor” diyordunuz...
Agabeyimle chat arkadasligim
Uzun zaman intenette yazistigimiz, hatta kim oldugunu bilmeden, yüzünü
görmeden asik oldugum gençle tanismak üzere randevulastik. Korkuyor,
çekiniyordum; ama daha fazla dayanamadim ve randevu sözü verdim...
Okan’la bir kütüphanede bulusacak ve ben elimde, Kerime Nadir’in,
“Hiçkirik”
adli romaninin okuyor olarak onu karsilayacaktim... Okan, tarif ettigi
giyimiyle sözlestigimiz saatte karsimda duruyordu...
Ama bu olamazdi anne!!! Çünkü karsimda agabeyim Erhan duruyordu...
Aylarca
yazistigim, siirler gönderdigim, sevda sarkilari besteledigim ve hatta
sevdigimi haykirdigim kisi kardesim Erhan’mis... Göz göze geldik,
bakislarimiz mum gibi birbirimizi eritiverdi. Bir utanç yiginiydik..
Kanimin
dondugunu, dünyanin durdugunu hissettim bir an... Gözlerinde yanan
isigin
söndügünü, alev fiskiran bir ocaga döndügünü gördüm. Onurluydu,
namusluydu
ve o bir erkekti... Dövmedi, sövmedi; beni utancimla bas basa birakti
ve
çekip gitti...
Onunla dövüsür, kapisir, kirgin ve küsülü gezerdik ya anne; simdi onu
ne çok
özlüyorum bir bilsen!.. Gömlek ve pantolonlarini ütülemeyi, odasina
çay-kahve götürmeyi, yatagini düzletmeyi bile özledim anne... O gidince
dünyanin yükü omzuma bindi sanki...Agabeyimin evi neden terk ettigini
hep
merak ederdin ya anne, iste gizlenen bu sir ve utançtandi...
Agabeyimi görmedim ondan sonra; ama, onu görenlerden haberini aldim.
Iyiymis, saglikli ve çalisiyormus. Evlenmis ve bir de kizi olmus...
Ismini
de bu ‘yasamiyasica’ kizinin adini koymus... “Elif” diyorlarmis
yegenime...
Agabeyimin beni affettiginin bir isareti mi bu anne?
Onun evden gidisinin ve ailenin büyük bir aciyla karsilasmasinin
müsebbibi
olarak her seyi askiya almis, okulu boslamis ve sigaraya baslamistim.
Ask Çocuklariyla Tanisikligim
Anne, yine Dogus’ta editör imzali bir yazida, genç kizlar “Fuhus
Tuzagi”na
düsmemeleri hususunda uyariliyordu hatirliyor musun? Insanoglu ne çok
unutkan oluyor...
Okula artik “laf olsun” diye takiliyor ve yasadigim o olayin etkisinden
bir
türlü kurtulamiyor, degisik yollar deniyor, bir çikis ariyordum... Okul
önünde, sari saçlari, yesil gözleri, pahali giysileri ve son model
arabasi
olan bir genç sürekli beni izlemeye basladi. Her türlü konusma ve
arkadaslik
tekliflerini reddettim; diretti, inat etti ve beni pes ettirdi.
Beraberce
çikmaya baslamistik. Beni her gün güllerle; bazen de pahali hediyelerle
karsiliyordu...
Önceleri sadece elimi tutuyor, öpmeye bile yanasmiyordu. Her hali,
tavri
beni kendine baglamis ve sirilsiklam asik olmustum. Onunda beni
sevdiginden
ve dürüst oldugundan emindim. Çünkü benden istifade etmeye asla
yanasmiyordu. “Her seyi evlilige saklamaliyiz, seni tertemiz olarak ak
duvaginla kabul etmek istiyorum” diyordu...
Romantizmin dorugunda bir ask yasiyorduk. Ayaklarim yer degmiyordu.
Annem,
canim annecigim! Senin ögütlerini ve basima nelerin geleceginin
hesabini
çoktan unutmustum.
Bir gün Serhan’in oldum; nasil oldu hala anlamis degilim. Su an
müptelasi
oldugum uyusturucuyu, ilk o gün içirmis olabilir mi diye zaman zaman
düsünüyorum.. Ama ne fayda!
Zordayim, dardayim, dipsiz karanlik kuyulardayim anne!... Feryadimi
duydugunu ve her gün gözyaslari içerisinde yolumuzu bekledigini
biliyorum...
Anne! Agabeyimin evi terk edisine alisamamisken, benim de ortalardan
kaybolusum sizi fena halde yikti biliyorum. Benimle ilgili gerçekleri
ögrendiginizde kahrolacaginizi bildigimden gitmek zorundaydim anne...
Her
seyi aninda sana anlatsam bu hallerin hi&c
|
Bugün 30865 ziyaretçikişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|
CaNiM AnNnEm |
|
|
|
|
|